Gölge Kütüphanesinin Anahtarsız Kapısı
Kitapların arasında büyüyen Mert, bir gani kütüphanenin en kuytu köşesinde, hiçbir anahtarın açamadığı ahşap bir kapı keşfetti. Kapının üzerinde "Sadece gerçekten kaybolmuş olanlar girebilir" yazıyordu. Mert, o gün okulda en iyi arkadaşıyla tartışmış ve kendini hiç olmadığı kadar kaybolmuş hissetti. Tam o sırada, kapı sessizce aralandı...

Mert için kütüphane ikinci eviydi. Her kitap, onu yeni bir maceraya götürüyordu. Ama o gün, en iyi arkadaşı Can’la yaptığı bir tartışma onu çok üzmüştü. Can, Mert’in en özel kitabını izinsiz almış ve yırtmıştı. Mert, öfkeyle bağırmış, Can da ona küsmüştü. Şimdi, kütüphanenin en sessiz köşesinde, kendini çok yalnız ve “kaybolmuş” hissediyordu.
İşte o an, daha önce fark etmediği bir kitaplığın arkasında, loş ışıkta parlayan bir kapı gördü. Yaklaştı, üzerindeki yazıyı okudu: “Sadece gerçekten kaybolmuş olanlar girebilir.” Tam o sırada, içeriden bir ses geldi: “Demek sen de kayboldun.”
İçeri girdiğinde, buranın normal bir kütüphane olmadığını anladı. Raflarda ciltli kitaplar değil, uçan, konuşan, ışık saçan duygular vardı. Burası, Gölge Kütüphanesi’ydi. Dünyadaki tüm kaybolmuş hisler, kırgınlıklar ve çözülmemiş tartışmalar burada saklanıyordu.
Küçük, mavi bir “Kırgınlık Bulutu” ona doğru süzüldü. “Ben senin ve Can’ın kırgınlığıyım,” diye fısıldadı. “Eğer beni burada bırakırsan, bir daha asla arkadaşlığınız eskisi gibi olmayacak.”
Mert, buluta dokundu ve tartışmanın anısı tazelendi. Ama bu sefer, Can’ın yırtılan kitabı ona özenle yapıştırmaya çalıştığını da gördü. Aslında Can da üzgündü! Mert, o anda anladı. Kaybolmak, bazen sadece diğer tarafın ne hissettiğini görememekti.
“Seni geri götürmek istiyorum,” dedi mavi buluta. “Ama seni olduğun gibi değil, bir ‘Özür’e dönüştürerek götüreceğim.”
Kütüphanenin diğer tarafında, “Özür Mürekkebi” akan bir çeşme vardı. Mert, kırgınlık bulutunu bu mürekkebe dokundurdu. Bulut, önce şekil değiştirdi, sonra kristal berraklığında bir kalem oldu. Mert, bu kalemle Can’a bir mektup yazdı. Özür diledi, duygularını anlattı.
Mektubu bitirdiğinde, kendini yeniden normal kütüphanede buldu. Elinde hâlâ kristal kalem vardı. Hemen koşup mektubu Can’a verdi. Can, mektubu okurken gözleri parladı. “Ben de seninle konuşmak istiyordum,” dedi. “Kitabını yırtıldığı için çok üzgünüm.”
O gün, Mert sadece bir arkadaşlığı onarmakla kalmadı, aynı zamanda önemli bir ders aldı: Bazen, en karanlık görünen kapılar bile, aslında içimizde kaybettiğimiz şeyleri bulmamız için birer fırsattı. Ve gerçek kayboluş, hatayı kabul etmekten korkmaktı.



