Sessizliğin Renkleri

Maya, seslerin olmadığı bir dünyada doğmuştu. Ama bu onu üzmüyordu, çünkü sessizliğin kendine özgü bir dili olduğunu keşfetmişti. Sessizlik, ona göre, en gürültülü ormandan daha canlı renklere sahipti. Bir gün, kasabasına gelen gezici bir sirk, tüm renkleri yutan bir gürültü makinesiyle kasabayı ele geçirdiğinde, Maya'nın sessizlikle dans etme yeteneği, her şeyi kurtaracak tek şey olacaktı.

Maya’nın dünyası, bir senfoniden çok, zarif bir suluboya tabloydu. Rengarenk ve derinden hissedilirdi. Rüzgarın dokunuşu ona yeşilin, güneşin sıcaklığı sarının, yağmurun serin damlaları ise mavinin tonlarını anlatırdı. Sessizlik, onun için boşluk değil, duyularını besleyen bir doluluktu.

Bir gün, “Gürültü Baronu” lakaplı bir adamın gezici sirki kasabaya geldi. Baron, dev bir buhar makinesine benzeyen, “Gürültü Makinesi” adını verdiği bir aletle kasabanın renklerini emiyor ve onları, kendi sirki için yapay, cırtlak ışıklara dönüştürüyordu. Kasaba halkı, makinenin kulak tırmalayan sesi karşısında çaresizdi. Çiçekler soldu, gökyüzü grileşti, insanların yüzündeki neşe kayboldu. Her şey ses ve kasvet içinde boğuluyordu.

Maya ise bu gürültüyü duymuyordu. Ama onun yarattığı boşluğu, renklerin yokluğunu hissediyordu. Bu, dayanılmaz bir şeydi. Kalbi, kasabası ve renkler için ağlıyordu. Sirkin olduğu yere doğru yürüdü. İnsanlar kulaklarını tıkayıp kaçışırken, o, doğrudan Gürültü Makinesi’nin önüne geldi.

Baron, “Defol, küçük kız! Seni de gürültüye boğarım!” diye bağırdı.

Ama Maya ona bakmadı bile. Makinenin titreşimlerini hissediyordu. Korkunç, düzensiz ve çirkin titreşimlerdi. Bunlar, renkleri parçalayan titreşimlerdi. Maya, gözlerini kapadı. Sessizliğin rengarenk dilini hatırladı. Sonra, hafifçe dans etmeye başladı.

Ayakları, toprağa sevgi dolu, yumuşak adımlar atıyordu. Kolları, rüzgarda sallanan bir çiçek gibi zarifçe hareket ediyordu. Bedeni, yağmurun ritmini, yaprakların dansını, güneşin doğuşunun dinginliğini anlatıyordu. Bu, sessizliğin dansıydı.

İlk başta hiçbir şey olmadı. Baron gülmeye başladı. Ama sonra, Maya’nın dansının yarattığı sakin titreşimler, Gürültü Makinesi’nin kaba titreşimleriyle çarpışmaya başladı. Makineden çıkan ses bozuldu, cızırdadı ve gittikçe zayıfladı. Maya’nın etrafında, ayaklarının değdiği yerden başlayarak, minik, ışıltılı renk tomurcukları filizlenmeye başladı. Çimen yeşili, gelincik kırmızısı, masmavi… Dansı büyüdükçe, renkler de büyüdü, makinenin yaydığı gri bulutları yuttu.

Çocuklarımızın İlgisini Çekebilir  Ormanın Kalbi: Kristal Mucizesi

Gürültü Makinesi, bir “pıss” sesi çıkararak durdu. Baron şaşkınlık içinde, renklerin kasabaya geri döndüğünü izledi. İnsanlar kulaklarını açtı ve ilk kez, kuşların şarkısı, yaprakların fısıltısı gibi gerçek, güzel sesleri duydular.

Maya dansını bitirdiğinde, her şey eski haline dönmüştü, hatta daha güzeldi. Baron, utancından sirkiyle birlikte kasabayı terk etti. Kasaba halkı, Maya’ya hayranlık ve minnetle baktı. Onlar gürültüyü yenmeye çalışırken, o, sessizliğin gücünü kullanmıştı.

O günden sonra, kasabada “Sessizlik Festivali” düzenlenmeye başlandı. Herkes, Maya’nın öğrettiği gibi, sessizliğin renklerini dinlemeyi ve hissetmeyi öğrendi. Çünkü en güçlü melodilerin, bazen hiç ses çıkmadığında ortaya çıktığını anlamışlardı.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Başa dön tuşu