Rengârenk Uyku Tohumları
Büyükbabasından miras kalan tuhaf, rengârenk tohumları toprağa eken Zeynep, bunların sıradan çiçekler vermeyeceğini çok geçmeden anlayacaktı. Çünkü bu tohumlar, filizlendiklerinde, etrafa sihirli uyku rüyaları saçan ışıltılı çiçekler açtı. Ancak bir gece, açgözlü Bay Karaşapka, bu sihirli çiçekleri çalıp tüm şehrin neşesini ve renklerini emmek istediğinde, Zeynep'in en büyük silahı, kendi yaratıcı rüyaları oldu.

Zeynep, şehrin gri binalar arasında kalmış küçük bahçesinde, büyükbabasından kalan minik bir kutuyu buldu. İçi, ışık yutan kadifeyi andıran karanlık bir kutunun içinde, parıldayan rengârenk tohumlar vardı. Notta sadece şunlar yazıyordu: “Gerçekten ihtiyacı olana ek.”
Merakına yenik düşen Zeynep, tohumları bahçesindeki en güneşli köşeye ekti. Birkaç gün sonra, sıradışı filizler topraktan başını çıkardı. Yapraklar ışıldıyor, geceleri yumuşak bir ninni gibi melodiler mırıldanıyordu. Ve çiçek açtıklarında! Her biri farklı bir renkte, farklı bir şekle bürünmüştü. Mor çiçekler macera, altın sarısı çiçekler mutluluk, gümüşi çiçekler sakinlik rüyaları saçıyordu. Komşular, bahçenin etrafında toplanır, Zeynep’ten bir yaprak ister ve o gece en güzel rüyaları görürdü. Artık mahallede kavga yoktu, yerini huzur ve kahkahalar almıştı.
Bu huzur, mahallenin kenarındaki karanlık kulübede yaşayan Bay Karaşapka’nın gözünden kaçmamıştı. O, neşe ve renk düşmanıydı; her şeyin gri, sessiz ve kasvetli olmasını istiyordu. Zeynep’in bahçesi, onun için dayanılmaz bir işkencedi. Bir gece, karanlık bir heybe ve makaslarla bahçeye sızdı. Işıldayan çiçekleri birer ikişer kesip heybesine doldurdu. Onları alır almaz, çiçeklerin ışığı söndü, renkleri soldu. Ertesi sabah Zeynep, dehşet içinde harap olmuş bahçesini gördü. Aynı gün, tüm mahalle eski huysuz, keyifsiz ve kavga eden hallerine dönmüştü. Rengârenk Uyku Tohumları olmadan, kimse güzel rüyalar göremiyordu.
Zeynep üzgündü ama pes etmedi. Büyükbabasının notunu hatırladı: “Gerçekten ihtiyacı olana ek.” Belki de tohumlar bitmemişti. Kutuyu yeniden açtı ve en dipte, diğerlerinden farklı, sedef gibi parıldayan tek bir tohum buldu. Bu, “Yaratıcılık Tohumu’ydu.” Onu hemen ekti.
Bu tohumdan, diğerlerinden çok daha güçlü, ışık saçan dev bir çiçek açtı. Zeynep, çiçeğin taç yapraklarına dokunduğunda, kendini bir rüya aleminde buldu. Burada, zihninde canlandırdığı her şey gerçek olabiliyordu. Bay Karaşapka’nın kulübesine giden yolu hayal etti ve oraya ışınlandı. Kulübede, solmuş çiçekler bir köşede duruyor, Bay Karaşapka ise onlardan yayılan son renk parçacıklarını bir fanusun içinde hapsetmeye çalışıyordu.
Zeynep, onunla savaşmak yerine, yaratıcı rüyasını kullandı. Önce, kulübenin duvarlarını çiçek desenleriyle boyayan ışıktan boyalar hayal etti. Sonra, tavanı delip içeri güneş ışığı getirdi. En sonunda, Bay Karaşapka’nın etrafını, onu gıdıklayan renkli baloncuklarla çevreledi. İlk başta homurdanan Bay Karaşapka, direnemedi. Yıllar sonra ilk kez bir gülümseme yayıldı yüzüne. Gülümsemek ne kadar tuhaf ve… güzeldi! Fanusu kırdı ve hapsolmuş tüm renkler özgürce etrafa yayıldı, solmuş çiçekler yeniden canlandı.
Zeynep, çiçekleri bahçesine geri dikti. Ama artık bir farklılık vardı; Bay Karaşapka da onun en hevesli bahçıvan yardımcısı olmuştu. O gece, herkes hayatının en renkli rüyasını gördü. Zeynep ise en büyük dersi öğrenmişti: En karanlık kalpleri bile, yaratıcılığın ve neşenin ışıltılı tohumları aydınlatabilirdi.



