Zamanı Diken Kız ve Ters Dönen Kum Saati
Elara, her şeyin çok hızlı aktığı bir dünyada, anları yakalamaya çalışan bir kızdı. Bir gün, büyükannesinin tavan arasında ters dönen bir kum saati buldu. Bu sıradan bir saat değildi; kumlar yukarıya aktıkça, zaman da yavaşlıyor, unutulmuş anılar ve kaçırılmış fırsatlar etrafta dans etmeye başlıyordu. Ancak bu sihrin bir bedeli vardı: Zamanı dikmek, onu gerçekten yaşamayı gerektiriyordu.

Elara, arkadaşlarının “dünyanın en yavaş kızı” diye takıldığı biriydi. O, bir çiçeğin tomurcuğunun açılışını izlemek, bir tırtılın yaprak üzerindeki dansını seyretmek için dakikalarca bekleyebilirdi. Oysa etrafındaki herkes koşturuyor, yetişmeye çalışıyor, bir sonraki “şey”e atlıyordu. Elara kendini hep geride kalmış, oyunun dışında kalmış gibi hissediyordu.
Bir yaz tatilinde, büyükannesinin eski evinin tavan arasında, tozlu bir sandığın içinde pirinç çerçeveli, tuhaf bir kum saati buldu. Diğer kum saatlerinden farklıydı; kumlar aşağıdan yukarıya doğru, yavaş ve hipnotik bir dansla akıyordu. Yanına ilişip saatlerce onu izledi. Kumlar aktıkça, odanın havası değişti. Koşturmacanın gürültüsü yerini derin bir sükunete bıraktı. Pencereden gelen kuş sesleri bir şarkıya, yaprakların hışırtısı bir ninniye dönüştü.
Sonra, en tuhaf şey oldu. Odanın içinde minik, ışıltılı baloncuklar belirmeye başladı. Bir baloncukta, geçen bahar kaçırdığı bir gelincik tarlasının görüntüsü vardı. Bir diğerinde, koşarak geçtiği için fark etmediği, üzerinde minik salyangozun süzüldüğü bir yaprak parlıyordu. Bu baloncuklar, o anları yaşamak için kaçırdığı, “zamanın dikenleri”ydi. Kum saati ona, koşarak geçtiği hayatı gösteriyordu.
Elara, içgüdüsel olarak elini uzatıp bir baloncuğa dokundu. Baloncuk patlamak yerine, avucunda eridi ve o anın duygusu – gelinciğin kadifemsi dokusu, tarlanın hafif rüzgarı – için doldu. Zamanı hissetmişti. O an anladı; kum saati zamanı yavaşlatmıyordu. Ona, zamanın içinde nasıl derine dalınacağını öğretiyordu.
Ertesi gün, kum saatini yanına alıp dışarı çıktı. Parkta, herkes koşuştururken, o bir banka oturup saati izledi. Zaman yine yavaşladı. Bir çocuğun düşüp dizini sıyırdığı an, herkes “Aman geçti!” derken, Elara çocuğun yanına gidip ona bir yara bandı verdi ve “Acıyor, biliyorum,” dedi. O küçük, acı dolu an, bir nezaket anına dönüştü. Arkadaşlarıyla oynarken, kazanmak için hızlı olmak yerine, topun havada çizdiği kusursuz eğriyi, herkesin yüzündeki sevinç ifadesini fark etti. Anları yaşıyor, onlara dokunuyor ve onları avucunda hissediyordu. Bu, zamanı “dikmek”ti.
Bir süre sonra, kum saatinin sihrine ihtiyacı kalmadığını fark etti. Çünkü sihir, saatin içinde değil, kendi içindeydi. Yavaşlamayı, derinlemesine bakmayı, anın içinde var olmayı öğrenmişti. Artık arkadaşları ona “dünyanın en yavaş kızı” demiyordu. Onun yerine, “En güzel anları bulan kız,” diyorlardı.
Büyükannesinin evine veda ederken, kum saatini tekrar tavan arasına, bir sonraki ihtiyacı olanın bulması için bıraktı. Çünkü büyük sırrı anlamıştı: Zaman asla gerçekten yavaşlamaz. Ama biz, onun içinde daha derine dalarak, bir saniyeye bir ömür sığdırabiliriz. Ve hayat, hızlı yaşanan yıllarda değil, derin yaşanan anlarda saklıdır.



