Fısıldayan Ağaçların Gizli Notası
Yaşlı Çınar'ın derin çatlaklarından, kimsenin duymadığı bir melodi sızardı. Derlerdi ki, bu melodinin kayıp notasını bulan, ağaçların dilini çözecek ve doğanın en büyük sırrına vakıf olacak. Bu sırra ulaşmaya çalışan birçok kişi oldu, ama başaran tek bir kişi; notayı aramayı bırakıp sadece dinlemeyi bilen küçük Ada.

Köyün tam ortasında, dalları bulutlara değen, gövdesi beş kişinin ancak sarabildiği ulu bir Çınar Ağacı yükselirdi. Bu ağaç sadece bir ağaç değil, köyün hafızası, sırdaşı ve müzisyeniydi. Rüzgar estiğinde, yapraklarından sadece bir hışırtı değil, büyüleyici, kadim bir melodi yayılırdı. Ancak bu melodi her seferinde biraz eksik, biraz yarım kalırdı. Tıpkı içinden bir nota çalınmış bir şarkı gibi… Köydeki en yaşlı nineler bile bu “Kayıp Nota”nın hikayesini bilirdi. “O notayı duyan,” derlerdi, “ağaçların fısıltısını, taşların şarkısını ve rüzgarın hikayelerini anlayacak.”
Bu sırrı çözmek isteyen birçok kişi çıkmıştı. Müzisyenler, en değerli piyanolarını getirip ağacın dibinde çalmış, notayı bulmaya çalışmıştı. Bilginler, dev ses kayıt cihazlarıyla gelip ağacın her bir yaprağını tek tek incelemişti. Ama hiçbiri başaramamıştı. Çünkü hepsi, notayı dışarıda arıyordu.
Küçük Ada ise onlardan farklıydı. Fazla konuşmayı sevmeyen, daha çok dinleyen ve gözlemleyen bir çocuktu. En sevdiği şey, Çınar’ın gölgesine uzanıp, gözlerini kapatarak onun şarkısını dinlemekti. Bir gün, müzik öğretmeni sınıfa bir bilmece sormuştu: “Sessizliğin sesi nasıl çıkar?” Herkes “Sessizliğin sesi olmaz ki!” diye gülmüştü. Ama Ada, o an bir şeyi fark etti. Ya Çınar’ın kayıp notasının sesi de, aslında bir çeşit sessizlikse?
Ertesi gün, her zamanki gibi Çınar’ın yanına gitti. Ama bu sefer sadece melodiyi dinlemekle yetinmedi. Melodinin arasındaki boşlukları da dinledi. Notaların arasında kısa bir an, derin bir sessizlik olduğunu fark etti. Bu sessizlik, diğer tüm notalardan daha güçlü, daha doluydu. Adeta, şarkının en önemli yeri orasıymış gibi… Kalbi hızla çarpmaya başladı. Aklına, öğretmenin sorusu geldi. Belki de cevap, bir ses değil, bir dinleme biçimiydi.
Yapması gerekeni anladı. Ağzını açıp bir şarkı söylemek ya da bir enstrüman çalmak yerine, sadece nefes aldı. Derin, sakin ve ağacın ritmine uygun nefesler… Nefesini, o derin sessizliğin olduğu yere, melodinin tam kalbine yerleştirdi. O an, mucizevi bir şey oldu.
Yaşlı Çınar, hafifçe titredi. Dallarından, daha önce hiç duyulmamış, saf ve kristal berraklığında bir ses döküldü. Bu, kayıp notaydı! Ama bu bir nota değil, bir anlayıştı. Bu sesle birlikte, Ada’ın zihninde bir ışık patladı. Artık sadece Çınar’ı değil, her şeyi duyabiliyordu.
Rüzgarın, “Ben geldim, ben gidiyorum,” dediğini duydu. Toprağın altındaki solucanın, “Yolumu açıyorum,” diye mırıldandığını hissetti. Gül fidanının, “Su istiyorum,” diye fısıldadığını anladı. Dünya, konuşan, şarkı söyleyen, birbiriyle sohbet eden canlı bir organizmaydı ve Ada artık bu sohbete dahil olmuştu.
Köydekiler, o günden sonra her şeyin değiştiğini gördü. Ada, hangi bitkinin ne zaman suya ihtiyacı olduğunu biliyor, fırtınaları günler öncesinden hissedebiliyor, hasta hayvanları bir dokunuşla iyileştirebiliyordu. Çınar Ağacı ise eskisinden daha gür, daha yeşil ve şarkısı artık kusursuzdu.
Büyük sır çözülmüştü: Kayıp nota, aslında hiç kayıp değildi. O, kendi sessizliğimizin içinde, sabırla ve yargısızca dinlemeyi bekleyen bir armağandı. Ve Ada, dünyanın şarkısını duyabilmek için, önce kendi içindeki sessizliği dinlemeyi öğrenen tek kişi oldu.



